Serüven Kulübü... Tam üç yıl öncesinde üç öğrencisi olmasına rağmen özel izinle açılan bu kulüp, yeni yılını yirmiyi aşkın üyesiyle beraber ilk kampını gerçekleştirerek kutladı. Kulüpteki sorumlu öğretmen Gencer Emiroğlu nam-ı diğer Gencer Abi’nin, önceki senelerde bahar aylarında yapılan kampı, bu yıl böylesine erken bir tarihe alarak; kulüpteki birliği ve dayanışmayı sağlamayı amaçlayan planının tuttuğunu kamp bitiminde otobüste yerlerimizi aldığımızda anlıyorduk. Tabii bunda kamp attığımız yer olan Kulindağ’ın da etkisini göz ardı etmemek gerek.
Kavacık’ın da metropol sınırları içerisinde yer aldığını söyleyebiliyorsak eğer, şehrin 20 dakika uzağında size kendinizi Karadeniz ormanlarındaymış gibi hissettirebilen bir yer Kulindağ. İstanbul’un ciğerlerinin tam ortasında, maceraperestler için eşi benzeri bulunmaz bir kamp alanı. Çoğu zaman Galatasaray ve ihaleleriyle gündeme gelen Riva arazisinin kuzey tarafında yer alıyor zaten. Şirin bir İstanbul köyünün(!) hemen yukarısı…
Şehre bu denli yakın olmasına rağmen doğal bir izolasyonu var bu arazinin. Size günlük yaşantının stresinden, dertlerinden ve rutinlerinden uzaklaşma şansı tanıyan bir güzide kamp yeri. Kısacası şehir yaşantısından uzakta, kendinizle yüzleşme şansını bulabileceğiniz saf bir doğa…
Robert Kolej’in genç kampçıları olarak biz de öncelikle bir keşif gezisine çıktık. Yöreyi iyice tanıyıp keşfettikten sonra, gece geç saate kalmadan kamp attık. Yemek faslından sonra bir kamp klasiği olarak ateş eşliğinde şarkılar söylenmeye başlandı. Bu sırada klüp üyeleri, ateşte nasıl mısır pişirileceği üzerine çözüm bulmaya çalışıyorlardı. Geceyi ise yıldızlara bakar bir halde yatarak noktaladık. Doğanın uğultusunun, şehrin uğultusu aksine, sizi dinlendirdiğini ve rahatlattığını anlamak için bundan daha iyi bir yol olamaz heralde.Bu sırada aylardır belki yıllardır ilk defa zamanın aktığını fark etmediğimi anladım. Zamanınız ancak onu düşünmediğinizde böyle değerleniyor sanırsam…
Keşke ileride de Kulindağ’a böyle bir gezi yapabilecek şansımız olabilse. “Keşke” diyorum; çünkü uygulamaya konulmaya başlanan projelerle beraber, demin betimlediğim bu kamp yerinin tam da üstünden üçüncü köprü geçecek. Birinci değil, ikinci değil; üçüncü köprü. İlk iki köprünün çözemediği sorunlara tek başına çare olacak olan üçüncü köprü. Doğaya zarar verilmeden, Fransa’nın güneyindeki köprüler gibi kurulacak olan üçüncü köprü. Yaklaşık 14 yıl önce, bu fikir ilk kez ortaya atıldığında zamanın üst düzey yetkilisi tarafından “Üçüncü köprü bir cinayettir. Böyle bir teşebbüs İstanbul’un çağdaş kentleşmesi ve şehir içi ulaşım sistemi için ölümcül sonuçlar doğurur” denen bu üçüncü köprü.
İstanbul’u seven ve İstanbul’da yaşayan biri olarak gerçekten inanmak istiyorum tüm bunlara. Örnek verildiği üzere, Fransa’nın güneyinde yapılan Millau köprüsü gibi, toplam 394 milyon Euro’ya mal olmasına rağmen, yerin yaklaşık 200 metre üstünden geçecek ve doğaya kesinlikle zarar vermeyecek şekilde yapılmasına inanmak istiyorum.
Üçüncü köprünün dördüncü köprüye yol açmayacağına, diğerlerinin çözüm olamadığı tüm sorunları yapıldığı an çözeceğine inanmak istiyorum.
14 yıl önce ölümcül sonuçları olacaktır, diyerek bu köprüye karşı çıkan görüşün, bugün fikir değiştirmesinin tek nedeninin bölgede yapılan çalışmalar sonucu zarar vermeyeceğine olan inancı olduğuna inanmak istiyorum.
On yıl sonra tekrar Kulindağ’a gidip kamp attıktan sonra nemli toprağın üzerine uzanıp gökyüzüne baktığımda, tekrardan o gece gördüğüm yıldızları aynı berraklıkla, engelleyen hiçbir eksoz dumanı olmadan, görebileceğime inanmak istiyorum.
İnanmak istiyorum ama inanamıyorum…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder